YAZDIKLARINIZ   Leave a comment

hakan1

“DAĞLAR ÇAĞIRIR VE GİTMEK GEREKİR”

İnsanın tutkuları onun yaşamının anlamıdır.

Ne de azdır tutkularıyla yaşayan…

Öyle birine saygı duymak gerekir.

Yetmez, tutkularının yolunda sürdüreceği serüvenlerden onun kadar bizlerin de tad almaya gereksinmesi vardır.

Böyle kaç ayrıcalıklı, anlamlı ve değer üreten yaşamlarımız var ki şu ölümcül dünyada. İdeallerine sadık, inandığı gibi nefes alan, kirlenmesiz. Onuruyla hayat sürüp, ölümüyle kutsanan…

Demirkazık dağlarında doğduğu gün dünyadan göçen tutkulu bir hayat sürdü Utku Kocabıyık. Dağlar çağırdığında gidip, dönüş bileti olmayan yolculuğunu orada tamamlamak… Bitiş midir? ODTÜ’lü kardeşimiz yüreğinin sesini dinledi. Yaşıyor olsaydı, bizimle her kış doğduğu toprakların dağlarında kayak, snowboard yapacak, hayata yeni anlamlar katma yolculuğunu her daim sürdürecekti.

Eğer değer katmak bir yolculuksa, Utku’nun geri kalan hayatlarını da biz üstleneceğiz. Onu dağlara çağırmayı sürdüreceğiz.

NİKADOS olarak Utku’nun kendi topraklarının dağlarında, Bozdağ’ın zirvesinde tekrar onu kucaklayacağız.

Değerli babası Refik Kocabıyık ve annesi Hüdaye öğretmenlerimizin Nikfer’de yetiştirdiği nice çocukları ile birlikte.

Utku’yu Bozdağımızda yaşatmayı sürdüreceğiz.

Nikfer dünyaya yeni bir kimlikle merhaba derken, bizler de Nikfer’imizin değerlerini dünyaya fısıldayacağız.

4 Ocak 2014 Pazar günü Nikfer Bozdağ’da NİKADOS karla buluşma pikniği ile birlikte, Utku Kocabıyık kardeşimizi dağların doruklarından yanımıza çağıracağız.

Ona dost selamımızı götürüp, içten bir saygı sunacağız. Onun serüvenini anlayacak, onun tutkusuna kendi duygularımızı katacağız.

Bozdağ’ın doruklarına, karın ve özgürlüğün sıcaklığına, Utku çağırıyor bizi, gitmek gerekir…

Hakan Keysan

 

Utku ve Bürkan’ın anne ve babalarına…

Geçen günler azaltmıyor
acıları…Geçen günler arttırıyor özlemleri…Giderken Onlar, bizi biraz daha
eksik, biraz daha yalnız, biraz daha kimsesiz bırakıp gittiler…Artık bundan
sonra dağa giderken,”kara sevdamız”a giderken, Onlar’la birlikte çıkacağız
yola…Onlar karşılayacak; “Hoşgeldiniz.” diyecekler yükseklerden…Ayrılırken
uğurlayacaklar doruklardan; “Güle güle.” diyerek…Onlar’la döneceğiz yine de
kente – istemesek de ayrılmak “kara sevdamız”dan…

Diyorum ki 2 fidan
diksek Baraka’nın çimlerine, bir köşeye…Büyütsek onları sevgimizle
sulayarak…Özlemlerimizle büyüseler ve bizi izleseler bir köşeden…Ve
paylaşsak içtiğimiz şaraptan bir yudumu eskisi gibi…

Onlar giderken,
bizden de bir parça götürdüler…Ama belki de doğmak-büyümek-ölmek’ten ibaret
olmadığını yaşamın, haykırarak bağırdılar, aslında yaşanmayan yaşamları
sürdürenlerin suratına…Onlar belki gittiler ama bizim içimizde, bizi biz eden
değerlerle, büyüttüler bizi aynı zamanda…

Artık hepimiz biraz daha
Utku, biraz daha Bürkan olduk…

Hiçbir yılbaşı, hiçbir gün 2007 gibi
olmasın…

DKSK’dan kızlarınız ve oğullarınız…

İ.EMRAH
ÖZGÜN
09.01.2007

 

DAĞLARA GİTMEMEK CESARET İSTER

Evet kabul ediyorum ben cesur değilim;dağlara gidiyorum..

Bu yazıyı yazmamdaki asıl amacım son Aladağlar kazasında kaybettiğimiz (bu kelimeyi severek yazmadım buraya yazının devamında sebebini anlatabilirim umarım) Utku Kocabıyık ve Seza Bürkan Yüksel dostlarımızın kazasını medya ve geniş bir topluluğun algılayışından rahatsız olduğum içindir. Bugünde eğitim sırasında kaza geçiren Saadet Tursak arkadaşımızın vefat haberini aldım.

Nedir bu algılanış ve beni neden bu kadar rahatsız etti? Bir şey yazmasam olmaz mıydı? Olurdu tabii. Ben onların dağa neden gittiklerini, orada ne bulduklarını biliyorum. Bilmeyenleri de duymazdan gelirsem olur biterdi. FARKETMEZDİ.

Ama babalarından izin alamayan gençler için farkederdi,
Okul arkadaşları karşısında gidişini savunamayanlar için farkederdi,
Jandarmadan izin alamayacak olanlar için farkederdi,
Haber olsunda içi önemli değil diye olur olmaz herşeyi yazan gazeteciler için farkederdi.
İçinde farklı birşeyler hisseden ama bunu açıklayamanlar için farkederdi
….
Çevrenizde dağcılık, yamaç paraşütü, dalış, kaya tırmanışı vs.. sporları ile ilgilenen birileri var mı bilmiyorum. Bende elimden geldiğince bu sporlarda ilgi duyduklarımı, imkanlar elverdikçe ve eğitimleri tamamlayabildikçe yapıyorum. Futbol ya da basketbol dışında sporları çok da iyi tanımlayamamış ve alt yapısını oluşturamamış toplulumuzda, bu tür sporları yapmak sürekli bir soru işareti yaratmıştır.
Neden bu insanlar canlarını tehlikeye atmaktadır?
Yapılacak başka işleri yok mudur?
Yoksa dağlar kurban mı istemektedir? (Bu laf kadar trajik olanını duymamıştım.)

Bu sporları yaparken karşılaştığım hiçbir durum, dağları, kayaları, bulutları insanın canını almaya susamış birer canavar gibi gösteren bu tanımlamalar kadar kanımı dondurmamıştır.

Bir yolculuktur çıkılan, dağlarda, bulutların arasında, denizlerin koynunda.

Yürümeye başladığınızda ilk önce kayalar, çiçekler, ağaçlarla tanışırsınız. Çadırınızla tanışırsınız, sanki yeryüzünde sizin en iyi dostunuzdur. Ayakkabılarınızla tanışırsınız. Onlara iyi bakarsanız onlarında size iyi baktığını anlamaya başlarsınız. İpiniz yeryüzündeki en önemli varlıklardan biridir. Kendinize çok dikkat edersiniz. Bedeninizi dinlersiniz. Tuzlu bir şeyler mi istiyor, tatlı mı? Susadı mı, yoksa yükseklik, oksijensizlik dengenizi mi bozmaya başladı? İçe dönüksünüzdür. Olan biten herşeyi anlamaya çalırsınız. Hava ile konuşmaya çalışırsınız. Kurtlar ve ayıların yolunu anlamaya, onlara rahatsız etmeye gelmediğinizi anlatmaya çalışırsınız. Bir anlaşma yapmaya çalışırsınız yamaçlarla, yamaçlarda incecik bir dengede duran çığlarla. Onu anlamaya, kendinizi anlatmaya çalışırsınız. Okşayarak yanından geçmeye çalışırsınız.

Havaya dokunursunuz, bulutları anlamaya, yerden kopup gelen termikleri göremezsiniz ama görmeye çalışırsınız. Göstermesini istersiniz bu büyünün kendini bir dakikalığına. Görürsünüzde zaten kanadınız hemen al işte burda der. Anlamaya çalışırsınız, ona katılmaya, onunla yükselmeye, anlattığı büyülü hikayeye kulak vermeye çalışırsınız. Uğultuyu kanadınıza sorarsınız. Uzanırsınız umuzlarına beraber süzülürken şehirlerin arasında durmadan karşılıklı anlatırsınız hikayelerinizi ve dinlersiniz.
Şartlar zorlaştığında ayrılma zamanı geldiğinde, en zayıf halka olarak bedeninizin artık tamam dediği yerde hemen anlarsınız. Birlikteliğe ara vermelisiniz.

İstenmediğinizden değil, zayıf olmanızdan,
korkutmak için değil, tekrar gelecek olmanızı bekleyebilmek için
– hadi dön evine der dağlar size
Sizde dönersiniz, gitmek kalarak aklınızda;
ona dönmek,
yamaçta uçmak kalarak.

Oralarda ne bulursunuz

Kaybettiğiniz kendinizi dinlemeyi bulursunuz, yardım etmeyi, el uzatmayı, yardım almayı, arkadaşın için kaygılanmayı bulursunuz.

Bir akşam yemeğinde bir dilim soğuk ekmeğin değerini bulursunuz.
Aklınızda kaybettiğiniz hayalleri, umutları, düşünceleri bulursunuz.

Uzun süredir veremediğiniz kararları verirsiniz, anlamadıklarınızı anlar, korkularınızı bulur onları anlarsınız.

Aklınızdan uzaklaşmış olanları, yaşamı, arkadaşlığı, dostluğu, bir bardak suyu, ayakkabılarınızı, sevdiklerinizi bulursunuz.

Uyku tulumunuzu, çadırınızı o kadar seversiniz, o kadar sevmeyi bulursunuz, kaybettiğiniz.

Kısacası bulursunuzda, bulursunuz

Yaşamı bunları bilmeden, bulmadan yaşamaya çalışmak cesaret ister. Kullandığınız araçlarındandır dağlar, kayalar, doğa, gökyüzü.

Biz işte bunlardan dolayı yaparız bu sporları. Dağcılığı, kaya tırmanışını, yamaç paraşütünü, dalışı ve diğerlerini.

Bunları yaşamaktan ben çok mutluyum. Dağlara gitmemek cesaret ister. Evet ben cesur değilim
Gitmek hep aklımda…

Alpay Oğuş
15,01,2007

 

Utku ve Bürkan’ın anne ve babalarına…

Geçen günler azaltmıyor acıları…Geçen günler arttırıyor özlemleri…Giderken Onlar, bizi biraz daha eksik, biraz daha yalnız, biraz daha kimsesiz bırakıp gittiler…Artık bundan sonra dağa giderken,”kara sevdamız”a giderken, Onlar’la birlikte çıkacağız yola…Onlar karşılayacak; “Hoşgeldiniz.” diyecekler yükseklerden…Ayrılırken uğurlayacaklar doruklardan; “Güle güle.” diyerek…Onlar’la döneceğiz yine de kente – istemesek de ayrılmak “kara sevdamız”dan…

Diyorum ki 2 fidan diksek Baraka’nın çimlerine, bir köşeye…Büyütsek onları sevgimizle sulayarak…Özlemlerimizle büyüseler ve bizi izleseler bir köşeden…Ve paylaşsak içtiğimiz şaraptan bir yudumu eskisi gibi…

Onlar giderken, bizden de bir parça götürdüler…Ama belki de doğmak-büyümek-ölmek’ten ibaret olmadığını yaşamın, haykırarak bağırdılar, aslında yaşanmayan yaşamları sürdürenlerin suratına…Onlar belki gittiler ama bizim içimizde, bizi biz eden değerlerle, büyüttüler bizi aynı zamanda…

Artık hepimiz biraz daha Utku, biraz daha Bürkan olduk…

Hiçbir yılbaşı, hiçbir gün 2007 gibi olmasın…

DKSK’dan kızlarınız ve oğullarınız…

Deniz ERCİVAN
Berlin
Acının Değişmeyen Rengi

geceye sustu…
yankısında çığlıklar taşıyan uçurum
gökyüzünün buklelerinde
örülmüş yıldız sürüsü
nefesinde birazdan tükenecek yaşamın
gizli haberini soluyan rüzgar
sürüp ayaz elbizlerini
ayın yüzüne
bağrında bulutların demliyor
matemlerin en derinini

sönmüştü çoktan ateş
ucunda dostluğun sıcacık gözleri
ve bakışlarında asla doğmayacak
sabahların o kül hali
duruldu
damarda kan
ve buza kırılmış parmakların ucunda
ovuşturulamayan yaşam

ölümcül düşlerin kara örtüsü karıştı kar beyazına
üzerinde iliği akmış bir bacak
ucu yanık bir tencere
kap kacak
kalakaldı öylece dalgın ve uyanık
ve sinesinde göğün güneşten ziyade
salınan demir halat
bir türlü ellerini kavramayan o halka
bükülüpte zincir
zincir boşluğu şimdi
yalnızlıktı seviştiği

çatlayıp o son söz dillerinden düşmüş
bir gün Aladağın bağrından
eteğinin ucunda Kapadokya ve Avanosun
salınıyorken hayat
yeni yetme bir kızın saçında toka gibi lahar
çelişkisiz yaşam

yüzünde yırtık bir gülüşle
ve yankısında rüzgar
hiçbir ağızda tanımlanmayan o çığlık
takılıp bir yamaçta
çocukların uçurtmalarına
biraz suskun
biraz sahipsiz
artık küskün duracaktı
tüm oyunlarına onların

aynı kahramanlık hikayeleri
hititlerden kalma
asur ve frigyanın
karanlık zamanları
kızılırmağın yırtık yerinden
sızan aynı kan
erimiş mum endamıyla süzülen peri bacalarında
her sabah çoban kavallarından düşmüş
aynı asil türkülerle yıkayacaktır yüzünü

tüm zamanlar tekrarıdır anların
güzel atların asla şaşmayan nal izi
durur yollarında
ve bir kuantum kanunudur
yelesinde tüfler
perdesiz bazaltların vadilere esişi

somut kalır ak süt
damlayan acı
ağızda ağıt
arınıp tüm maddelerinden hatırlanmak
ve yaşamdan uzak
unutulur bir hikaye
kanar bir ananın memesinden artık
dingin ve değişmez rengini

Seza Bürkan Yüksel ve Utku Kocabıyık ın anısına;
Nur içinde yatmaları ve ailelerine sabır dileklerimle.

Deniz Ercivan
Berlin 18.03.07

 

YAKIŞMADI SİZE HİÇ
GİDİŞİNİZ OLSA DA SOYLU…

NİL NİLSEVEN

İKİ CEYLAN ELELE

Kocaman çığ
düştü yüreklere
Ah!
yandık
acı haberle

Yakışmadı hiç size
gidişiniz olsada soylu
ilk harfi bile ölümün
sırası mıydı ?

Saplandı, buzdan ok
her birimize.

yandık…
uykular haram
yastıklar ıslak
gözyaşınla dolu diken
yatılmıyor yataklar.

Ah !
iki ceylan
gezer elele
Demirkazık Dağlarında
inmez zirvelerden
hiç solmayacak
iki anemon…

Bak, hey dağcı ;
Melek olmuş gülümsüyor;
kardeşlerim…
Yazgıları öyle yazılmış…
kardan çiçeklerle
alınlarına.

”Ruhlarınız şad olsun
Mekanınız cennet
Rahmetle.”

nacizane (doğaçlama derim ya hep…etkilendim hatalarınla kabul edin arkadaşım.)

işte yandık ….kaçıncı bilmem bu yanış ?
var mı bunun ötesi…

yüreğinize sağlık…selamlar saygılarımla
Dağlar ve dağcılar yasta….
06.01.2007

Utku ve Bürkan’ın anne ve babalarına…

Geçen günler azaltmıyor acıları…Geçen günler arttırıyor özlemleri…Giderken Onlar, bizi biraz daha eksik, biraz daha yalnız, biraz daha kimsesiz bırakıp gittiler…Artık bundan sonra dağa giderken,”kara sevdamız”a giderken, Onlar’la birlikte çıkacağız yola…Onlar karşılayacak; “Hoşgeldiniz.” diyecekler yükseklerden…Ayrılırken uğurlayacaklar doruklardan; “Güle güle.” diyerek…Onlar’la döneceğiz yine de kente – istemesek de ayrılmak “kara sevdamız”dan…

Diyorum ki 2 fidan diksek Baraka’nın çimlerine, bir köşeye…Büyütsek onları sevgimizle sulayarak…Özlemlerimizle büyüseler ve bizi izleseler bir köşeden…Ve paylaşsak içtiğimiz şaraptan bir yudumu eskisi gibi…

Onlar giderken, bizden de bir parça götürdüler…Ama belki de doğmak-büyümek-ölmek’ten ibaret olmadığını yaşamın, haykırarak bağırdılar, aslında yaşanmayan yaşamları sürdürenlerin suratına…Onlar belki gittiler ama bizim içimizde, bizi biz eden değerlerle, büyüttüler bizi aynı zamanda…

Artık hepimiz biraz daha Utku, biraz daha Bürkan olduk…

Hiçbir yılbaşı, hiçbir gün 2007 gibi olmasın…

DKSK’dan kızlarınız ve oğullarınız…

 

 İskender ÖZATLI
aladağlara tırmanışları sırasında tipiye tutularak can veren üniversiteli iki arkadaşım seza bürkan yüksel ve utku kocabıyık’a allah rahmet eylesin … onlar için yazdığım yazıyı sizinle paylaşmak istedim…

Tanrı’nın Şiiri: ÖLÜM

Her şiirin bölücü bir yanı vardır
Çünkü şiir şairin intikamıdır.

Aklıma takılan ne varsa kâğıda döken bir insan değilim aslında. Ya da sevdiklerine istediği her an açılabilen; Ama bir köşeye sıkışmış bir cesaretim vardır yine de sevdiğime onu sevdiğimi belli eden
Tanımasam bile; bir şeyler iter beni yazmaya acemice ama içtenlikle. Bu tanrı’ya açık bir mektuptur şiirsel bir dille, ölümü artık yasaklasın diye.. Bu Seza ve Utku’ya bir selamdır;İyi ki ODTÜ’lüyüz desinler diye Ve Aladağlar’a bir isyan…

Tanrının en çok sevdiği şiirdir ölüm
Her gün defalarca okur da bıkmaz
İntikamıdır Tanrı’nın ölüm.
Bölücü bir harekettir,
İki dünya arasında
Meşrulaştırılmış.
Boyun eğiyorsak
Sadakatimizdendir Tanrı’ya.
Susuyorsak sadakatimizden.

Her şiirin bölücü bir yanı vardır
Çünkü şiir şairin intikamıdır

Kimi zaman birkaç kelime,
Kimi zaman, zamana ters düşen bir düşünce
Kimi zaman suskunluk
Belki de boşluk

Ama en onurlusu olsa gerek
Ölüme bir şiirle karşı gelmek
Ya da ölüme şiir gibi
Severek gidebilmek…

Ölüme severek gidebilmek, Dağların doruklarına sevdalanmak, dağların doruklarında uykuya dalmak, Kaç kere gülmüştür bu gençler acaba o dağ yolunda? Hangi birimiz gülerek gidebileceğiz ölüme. Hangi birimiz can verecek sevgilisinin koynunda? Ve biz sevdiğimiz için bölünürüz ve biz sevdiğimiz için böleriz.

Sevmek
Bölünmektir
Bir yürekten binine

Sevmek
Bölmektir
Bin yürekten birine

Ve her şiirin bölücü bir yanı vardır
Çünkü şiir şairin intikamıdır
Utku ve seza’nın
Dilleri dönmediği için söyleyemedikleri
Son mısraları belki de şunlar olacaktır:

Belki ayrılığa yakın bir hüzündür bizimkisi
Damdan düşercesine ani
Belki zevke yakın bir ölümdür bizimkisi
Dağdan düşercesine vahşi
Vedalaşamadık
Affola
Özleyin bizi.

Bu iki yüreğin binlerce yüreğe bölündüğü, iki yüreğin binlerce yüreği böldüğü bir sevginin açık mektubudur. Doruğuna ölümün bayrağını astığımız Aladağlara, Tanrıya, Utku’ya ve Seza’ya…

İskender ÖZATLI (bir bayram sabahı)

Gönderilme Tarihi : 03.01.2007 13:46

S NOT HARD TO FALL WHEN YOU FLOAT LİKE A CANNONBALL..4.01.2007

Parmak uçlarımda yükseldim
Saçlarım kar tanelerini topluyorken
Omuzlarımdan dökülüp

Yükseldim,
Hayat aynı seyrinde..

Tıklım tıkış bir cenazeye gittim..
Elimde bir demet kırmızı karanfil vardı.
Küçücük görünüyordum herkes bana baktı.

Ne yaparsam yapayım ölen bir çocuğu babasına geri verememenin
beton gibi ağır gerçekliği..
“hiçbir baba oğlunun ölümünü görmemeli..”
Paprikayı(bahar) babasına veremediğim gibi..

Öte yandan o kadar kıskanıyorum ki..
Bizim mutlu sonumuz bu..
“Dağlar çağırır ve gidersin”
Şanslı olayım istiyorum onlar gibi
Ama onlar da beni babama veremezler ki..

Hep yağmur yağdı sonra..
Bıraktım karanfilleri,içindeki çocuktan daha soğuk tabuta..
Hiçbir kimse yaşamamalı bunu..
Görmemeli o korkunç tabutu..

Bir dünyayı nasıl alıyor içine o iğrenç kutu?
Nasıl sığıyor o kadar anı,hayal,sevgi,tutku?
Nasıl da yok olup gdiyor ateş,ten..
Saç telleri,kokusu yatağında duruyorken..

Herkes ağladı,her yer ıslaktı
hem içerde hem dışarda..
Ben ağlamadım,
Çünkü ağlasam susamayacaktım

Çocuk orada yatıyordu
Sanki yokmuş gibi konuşuyorlarken,
Herkes ağlıyordu
Duvarda gülümseyen resmine bakan yoktu.

Tıklım tıkış salonda bembeyaz yüzümle öylece duruyordum
ölüm kolunu omzuma atmıştı

Herkes ağlıyordu
Gazeteciler flasları patlatıyordu kan çanağı gözlere
Ağlayan mahvolmuş yüzlere zoom yapıyordu
Biraz daha acı,daha da ölüm diye kıvranıyordu ölüden daha ölü ruhları..

Tiksindim onlardan
Soğuktu salon,kapkaranlıktı
tek ışık -tabuttan gelen-ıstıyordu ruhları
Tiksindim onlardan

Gittim
Bir ewin balkonunda ateş yaktık
İçtim
Ellerim üşümüştü
Paprikanın bedeni çürümüştü
Dünya hiçte güzel biryer değil
Nasıl inandık bu masala?
Nasıl ikna edildik bu oyunu oynamaya?

Gittikçe daha da kararıyor herşey..
Gittikçe daha da kararacak..

Bir ölümü daha taşıyacak yer yok ruhumda
lütfen durun bir dakika!
biraz daha yavaş..
birazcık daha..

*Seza Bürkan Yüksel ve Utku Kocabıyık’ın anısına..

luthien

AĞIT

Fikret Şimşek
6/1/2007 – AĞIT

……/Seza Bürkan Yüksel ve Utku Kocabıyık”ın anısına…

Sessizliği yırttı çığlıklar
Yankısı uçurum
İki özgür tin asıldı yıldızlara
Ay titredi karanlığa, gecenin yangını çiy

Meleklerin gözyaşları donmuş bedenlerinde
Bulutlar kızıl memelerinden öptü acıyı

Demir Kazık Dağı…
Soluğu mâtem
Rüzgâr hiçliğe ağıt

…Ve o sessizlik…!

Fikret Şimşek
4/1/2007

                  Utku Kocabıyık

 

Eray Özer

10/01/2007 /RADİKAL

Utku Kocabıyık… Geçen hafta hepimizi üzüntüye boğan kazada hayatını kaybeden iki dağcıdan biri. Ben de yaklaşık iki yıl ODTÜ’de, Dağcılık ve Kış Sporları Kolu’nda dağcılık yaptım. Utku birlikte dağa çıktığım, aynı kampta gecelediğim bir arkadaşımdı. Diğer arkadaşımız, Bürkan Yüksel’le birlikte Aladağlar’da hayatlarını kaybettiğimi öğrendiğimde
uzunca bir süre kendime gelemedim.
Biliyorum, bu sayfalarda futboldan bahsediyoruz. Ama aslında spor ortak bir tutkunun ifade biçimi… Söz konusu dağcılık da olsa, futbol da ikisinin de ortak paydası olan tutku değişmiyor. Geçen haftaki kazanın ardından Türkiye’de hemen her evde, “Böyle spor olur mu?” cümlesi işitildi, biliyorum. Haklılardı… Gencecik iki gencin dışarıdan bakıldığında ‘boş bir heves uğruna’ hayatını kaybetmesi can acıtır, kabullenmesi zordur.
İlginç olan ‘böyle spor olur mu’ diyen bizler cep telefonumuzla konuşurken araba kullanmakta, otobanda karşıdan karşıya geçmekte, bir önceki depremde tüm kolonları çatlayan evimizde oturmaya devam etmekte bir sakınca görmeyiz. Şehirlerarası yolda araba kullanırken, İstanbul’da gece yarısı
ıssız bir sokakta yürürken aslında hayatımızı çok daha anlamsız bir şekilde riske ederiz de bunu kendimize bile belli etmeyiz.
Doğrudur, dağcılık zor ve tehlikeli bir spordur. En büyük tehlikesi insanın kaza anında nasıl bir tepki vereceğini önceden bilememesidir. Yapılması gerekenler hakkında iyi bir eğitim alabilirsiniz, ama tüm eğitim bir simülasyondan ibarettir. Kaza anını yaşayamazsınız. O anda bütün bildiklerinizi unutup unutmayacağınızı, kendinizi kaybedip kaybetmeyeceğinizi bilemezsiniz. Bir eğitimde alnım yarıldığında eğitimi veren kişi benden çok bağırarak ağlamaya başlamıştı.
Bütün bunlara karşın dağa gitmek bir tutkudur. Bir deplasman maçına gitmeye benzer. Yahut maç öncesinde stat çevresinde gecelemeye… O soğukta, o dağda gecelemeyi neden sevdiğinizi siz de anlamazsınız. Tarif edemezsiniz. Hemen her kampa gidişimde daha yola çıkmadan pişman olurdum. Ama yine de giderdim. Bir şey beni oraya çekerdi.
Sporun ortak noktası işte bu tutkudur. Bu yüzden eksi 15 derecede maç izleyen bir futbol seyircisi birimize deli, birimize âşık gibi görünür. Spor aslında bir aşktır. Zaman zaman Utku ve Bürkan gibi yürekten sevenlerin uğruna hayatlarını bile riske edebildikleri bir aşk… İkisi de rahat uyusun!

10.01.2007
RADİKAL

 

Yaşar SÖKMENSÜER

 

 

ysokmensuer@hurriyet.com.tr

Ağlar dağlar

O 22 yaşında.

Bürkan Yüksel.

ODTÜ İnşaat Mühendisliği öğrencisi.

İsminin anlamı, “yanardağ”.

* * *

Utku Kocabıyık ise 25 yaşında.

Sekiz yıldır dağcı.

İki arkadaş da ODTÜ Dağcılık ve Kış Sporları Kolu üyesi.

* * *

Bürkan web profiline şu cümleyi almış:

“Dünya bir gündür, o da bugündür.”

O gün, yani 1 Ocak, yakın arkadaşı Utku’nun da en önemli günü.

Çünkü Utku 1 Ocak 1982 doğumlu.

Belki Utku’nun doğumgününü hatırlatarak içlerinden birisi şöyle diyor:

“Hadi zirve yapalım.”

* * *

Ve önceki gün Niğde Aladağlar’da gözlerini zirveye dikiyorlar.

Aladağların en yüksek noktası olan, 3 bin 756 metredeki Demirkazık Zirvesi’ne…

Dağcıların Türkiye’deki Kabe’sine.

Önde belki Utku yürüyor.

Karları eziyor, o daha tecrübeli.

Adımlarının izinden, arkadaşları 50-60 litrelik sırt çantlarıyla gidiyor.

* * *

Tipi bastırıyor birden.

Altı arkadaştan üçü düşüp yaralanıyor.

Bürkan ve Utku asılı kalıyor kayalıklarda.

Gece geliyor.

Üç bin 400 metrede, eksi 25 derece.

Ayışığında arıyorlar iki dağcıyı.

Ama Demirkazık vermiyor iki genci.

Şubat’ta Hacettepe Dağcılık ve Doğa Sporları Kulübü üyesi dört genci vermediği gibi.

Aladağlar bugüne kadar 14 can aldı.

Demirkazık Zirvesi’nin ilk aldığı genç ise, 1956 yılında Engin Kongar.

Bilim adamı, yazar, hocam Emre Kongar’ın ağabeyi.

İTÜ son sınıftayken, 21 yaşında.

* * *

Dağların zirveleri…

Nasıl da çağırır uzaktan.

Ama vakit de yok, artık heves de.

Bir hüznü, acıyı yerinde öğrenmeye…

Ağladağlar, bugün ağla…

 

erken003

Yeni yılın ilk günlerinde Niğde Aladağlar’da tırmanırken yaşamlarını yitiren ODTÜ’lü dağcılar Utku Kocabıyık ve Seza Bürkan Yüksel’in ölümleri, ODTÜ’de bir deprem etkisi yaratmıştı. Onların ölümünün ardından arkadaşları internette bir anı defteri oluşturdular.

Defterler kısa sürede doldu taştı, sadece ODTÜ’den değil Türkiye’nin ve dünyanın her köşesinden gelen mesajlarda onları tanıyanlar ve tanımayanlar bir noktada birleştiler: “Çok erken gittiniz be çocuklar.”

UTKU Kocabıyık ve Seza Bürkan Yüksel, dağlara duydukları tutkunun peşinden koşan iki ODTÜ’lüydü. 2007’nin ilk gününde Niğde Aladağlar’dan acı haber geldi. Aladağlar, Utku ve Bürkan’ı Ankara’dan ODTÜ’deki arkadaşlarından, ailelerinden ve henüz onları tanımayan herkesten aldı. Utku ve Bürkan’ı tanıyanlar ya da sadece haberlerde ölümlerini duyanlar tarifsiz acılarını internette açılan bir anı defterinde anlattılar. Anı defterine sadece Ankara’dan değil, İstanbul’dan, Elazığ’dan, Gaziantep’ten, Almanya’dan hatta Haiti’den mesajlar yağıyor. Mesajlarda kimileri onları alan dağlara sitem ederken kimileri tutkularının peşinden koşan bu iki gence imrenişlerini anlatıyor. Ama defterde belki de herkesin ortaklaştığı düşünceyi Utku’nun lise arkadaşlarından biri şöyle dillendiriyor: “Çok erken oldu be Utku…” http://dksk.styxstudios.com/ adresinde oluşturulan ve okuyanlara “Meğer ne kadar da seviliyorlarmış” dedirten anı defterinde yer alan mesajlardan bazıları şöyle:

BULUT ÇÖKTÜ ÜSTÜMÜZE

Ben Utkuyu çok tanımazdım ama bildiğim kadarıyla dağlara tutkundu. Onun sevdası dağlardı ve yine bir dağda tutkusu peşinde koşarken hayata göz yumdu.(Evren) Ne diyebilirim ki ardından, çay içmelerimizi mi, gecenin bir körüne kadar kod yazışlarımızı mı, yalıncakta koşmalarımızı mı? 3 senemiz geçti senle, yılbaşılar kutladık, toplantılarda terledik. Gelince ne güzel anlatırdın dağları, otostopları. En son gecen bayram görüştük, söz vermiştim sizlere, hakkın kaldı bende, Hakkını Helal Et Can Dostum.(N. Şenol YILMAZ/Ankara)

Sevgili Utku, acı haberi aldığımdan beri bir kara bulut çöktü üstüme. Çok üzüntülüyüm, kaybımız büyük. Ancak seninle paylaştığım bunca şey için çok mutluyum. Aklıma tüm DKSK(ODTÜ Dağcılık ve Kış Sporları Kolu) anılarım geliyor, çünkü çoğunda sen varsın. Beraber bulunduğumuz ortamlara hep güler yüzün, keskin zekan, yasama sevincin yansıdı ve eminim bulunduğun diğer ortamlar için de aynı şey geçerli. Anılarım beni dağ etkinliklerine, ayak ustu geyiklere, muhabbet ortamlarına götürüyor. Varlığın o kadar şey kattığı için gidişini kabul etmek zor geliyor. (Erdem Ergin/Port-au-Prince, Haiti)

TANIMAZDIM GAZETEDE GÖRDÜM VE AĞLADIM

Seni hiç tanımadım adını sadece gazetede gördüm ama senin için ağladım ama biliyor musun herkes senin kadar şanslı olamıyor yolda yürürken başa düşen bir tuğlayla hayat kaybedilebilirken senin gibi zaten uğrunda ölme riskini göze alabildiğin, ortaya canını koyabildiğin bir yolda ölmek de bir avuntu bizler için. Mekanın cennet olsun arkadaşım. (Seval Işık/İstanbul)

İnanamıyor insan ilk duyduğu anda bir şeyler paylaştığı insanın ölmesine. Sanki sonsuza kadar yaşayacakmış gibi geliyor. Belki de kendinden küçüklere ölümü yakıştırmıyor. Utku ile ODTÜ’deki onun ilk benim son 3 senemizi beraber geçirmiştik. Sessiz, sakin ve akıllıydı. Hatta o seneki çömezlere yaptığımız şakalarda sadece o ’uyanmıştı’. Sonrasında biz mezun olduk, peşimizden Utku da mezun oldu fakat onun dağ sevdası bitmedi Demirkazık’a kadar. Yaradandan rahmet dilemekten başka ne gelir ki elden. (Ahmet Sayın/İstanbul)

Çok erken oldu be Utku. Seni hep Mersin Fen Lisesi’ndeki gülen yüzünle hatırlayacağım. Toprağın bol olsun. (Ç.Evren ÖZDEMİR/ İstanbul)

Yol arkadaşından son veda

Utku ve Bürkan’la aynı tırmanışta olan ve arkadaşına son kez “Dağlarda görüşmek üzere Bürkancığım” diyen Ece Saroğlu ise acısını şöyle anlattı: “Siz gittikten sonra, bulutlar kapladı Aladağlar’ın üzerindeki maviliği; orada bulunduğumuz zamanki gibi parlamıyordu güneş gökyüzünde. Sanki Demirkazık da hüzünlenmişti sizi bizden aldığına. O’nun hüznü bizimkine karıştı, gökyüzüne yayıldı. Her ne kadar en keyif aldığınız şeyi yaparken, en sevdiğiniz yerde, dağlarda ulaşsanız da sonsuzluğa, gidişiniz çok erken oldu be kardeşler. Çıktığım her zirveden el sallayacağım sizlere, aldığım her nefeste sizin kadar hissedeceğim dağları yüreğimde. ’Projelerinin devamını getireceğiz elbette, ama bir konuda anlaşalım aslan, ben akademisyen olamam. Dağlarla ilgili olanları konusunda ise geri adım atan, senden aşağı kalan ne olsun! Dağlarda görüşmek üzere Bürkancığım, seni şimdiden çok özledim.”

 

Ankara;mın sevgili bir üniversitesidir ODTÜ. Ülkenin dört bir yanından gelir öğrenciler. İlkin kimse tanımaz birbirini. Tek başınasındır geldiğinde. Kendi çocukluk heveslerin vardır, hayallerin, coşkuların; paylaşılmayı, paylaşıldıkça artmayı bekleyen. Birgün yolun BARAKAnın önünden geçer…

BARAKA bir küçük binasıdır ODTÜ;nün. İnşaat zamanı, plana aykırı inşa edilmiş derme çatma köhne eski bir yapıdır. Ne önemi var diyeceksiniz? Nedir bizi, hepimizi bu kadar birbirimize bağlayan?

BARAKAydı kuşkusuz dağlara, bayırlara, kayalara olan sevdamızın kaydını tutan. BARAKAydı nice aşkların tohumunu serpen, bir ömür boyu arkadaşlıklarımızın temelini atan. BARAKAdır, BARAKAmdır, BARAKAmızdır bizi ve coşkun sevdalarımızı kucaklayan.

Nice resimler çizildi, yazılar yazıldı, sloganlar atıldı duvarlarına. Çatısına çıkılıp şaraplar içildi, önünde ateşler yakıldı, çadırlar kuruldu, fotoğraflar çekildi. Ne muhabbetlere, ne çay sohbetlerine ev sahipliği yaptı BARAKAm.

Yönetim önce duvarlarını griye boyadı, ardından yıkmak istedi, karşı koydu BARAKAm. Karşı koyduk. Önünü çimlendirdiler, inadına futbol oynadık. Çukurlar kazdılar, doldurduk, yollar açtılar, yine vazgeçmedik. Biz yine BARAKAmızdan vazgeçmedik! İnsan evinden ve ailesinden vazgeçebilir mi?

Dikilen ağaçlar büyüdü, gölgesine yattık, sohbet ettik. Kimisi sınavına hazırlandı, kimisi tezini yazdı bu çimlerin üzerinde. Tüm dostluklar, tüm aşklar bu küçük köhne yapının önünde gerçekleşti. Klübümüzün mekanı oldu BARAKAm. Evimiz oldu. Koca ailemizin sıcak yuvası. Ailemizse DKSK.

Orda birbirini buldu tüm sevdalılar. Orda paylaşıldı. Paylaşıldıkça çoğaldı. Çoğaldık.
Onca karşı etkene rağmen inadına sevdalandık dağlara, inadına aşık olduk. Vazgeçmedik. Vazgeçemedik ki!

Hiç biri annesinin babasının sözünü dinlemedi DKSKlı çocukların. Gitti. Hepsi gitti. Dağlara gitti. Gittik. Kar, kış demedik gittik. Soğuk nedir bilmedik tırmandık, beraber çadırlarda uyuduk, aynı tencereden çorbamızı içtik. Yemeğimizi, uykumuzu, giysimizi kısaca tüm hayatımızı paylaştık. Hiç birimiz ne dağlardan ne birbirimizden vazgeçemedik.
Biz hayatımızın sevdasını bulduk ve bağlandık yüce dağlara. Biz yıllar yılı büyüyen kocaman bir aile olduk. DKSKlı olduk. Ortak bir sevdayı büyüttük. Gizli parolamız oldu BARAKA ve DKSK.

Geçmişini bilemem ama son on yılda böylesi bir sahneye tanık olmadı BARAKAm. O coşku, o heyecan, o aşk, o hareket, o ateşli sohbetler yerini sessiz bir hüzne ve gözyaşlarına bıraktı bugün. O hepimizi birbirine, bizleri de BARAKAya bağlayan o görünmez ip yine iş başındaydı. Bugün sevgili UTKU ve BÜRKAN’ı ebediyete yolcu ettiğimiz gündü. Bugün BARAKA belki de ilk defa sustu ve pencerelerine siyah bir perde çekti hepimizin gözyaşları altında. Bugün ilk defa bu kadar hüzünlüydü BARAKAm. Hiçbirşey yapamasak da, elimizden birşey gelmese de sadece orada olmak ve onları uğurlamak, kar çiselerken Ankara semalarında. Sessice durmak ve o suskunluğu paylaşmak kırmızı gözlerle. Ama aynı coşku, aynı bağlılık ve aynı aşk hala herkesin yüreğindeyken.

Aynı aşk uğruna verilmedi mi zaten canlar? Dağların, dorukların, o kasvetin ve o büyük salt sessizliğin uğruna. Heybeti ve ihtişamıyla hangimizi büyülemedi ki Demirkazık?
Aşk için ölmek iş değil derler, uğruna ölünecek aşk bulmakmış asıl mesele. Bu gençler, arkadaşlarımız, DKSK ailemizin üyeleri, yeni yılı dağlarda, sevdalandıkları yerde kutlamayı düşleyen, bu coşkuyu yüreklerinde hissedebilen ender kişilerdendi. Onlar, sevdiceklerinin yolunda yitirdiler canlarını. Sevdalandıkları yerde.

Bugün yalnızca biz değil, annelerimiz de ağladı. Bütün babalar iç çekti ”vazgeçiremedik şu çocuğu bu sevdadan” diye. Çünkü dağlarda can veren yalnızca UTKU ve BÜRKAN değildi, bizdik, onların evlatları.

Vazgeçemedik ki!

Bu yazı, tüm ODTÜme, BARAKAma, DKSKma, kayıplarımızın tüm sevenlerine, ailelerine, arkadaşlarına ve dünyadaki tüm dağ sevdalılarına.
Hepimizin başı sağolsun.
Yasemin,b.Tekmen/İzmir

    Sevgili Hüdaye
…Ölümün güzeli olur mu bilemiyorum ama bana göre Utku’nun ölümü en güzel ölümdü.Yani ölümsüzlük oldu.Günlüğümde de belirttiğim gibi asıl o yaşadı bence.Bizimki nefes alıp vermekten ibaret.O yüden her Utku’yu düşündüğümde bravo diyorum. 25 yıla ne çok şeyler sığdırmış.Her yerde, her olayda onu hatırlıyoruz Hürriyet’le birlikte.Galiba önemli olan da bu.Onu güzel şelerle hatırlayıp durmak.
Bu dünyaya bir Utku geldi çevresine güzel şeyler gösterdi,mesajlar bıraktı gitti.
İşte benim mesajlar:
-Kimsenin kalbini kırmayın,fani şeylerle uğraşmayın.
-Olaylara dar açıyla bakmayın,kuş bakışı görün.
-Alıp verdiğiniz nefesin hakkını vererek yaşayın,
Bir Utku’nuz olsun.
İyi ki Ömer’i ve dolayısıyla sizleri tanıdım da Utku’nun bu güzel mesajlarından mahrum kalmadım.
Gönlünü ferah tut Hüdaye.
Sebahat
03.01.2008

 

Adı:
mustafa
Şehir: göçer
Haberi televizyonda gördüğümde 20 günlük askerdim.
Ekrandaki sari kırmızı polarla çekilmiş fotoğraf bir hafta gözümün önünden
gitmedi. Acaba haberde bir yanlışlık olabilir mi diye ertesi gün bulduğum tüm
gazeteleri okudum, askerde bundan başka yapabileceğim hiçbirşey yoktu
zaten.
Utku’yla tanışıklığımız taa 1995’e dayanır. Mersin Fen
Lisesi’ne. Oradaki anılarımızı anlatacak olsam ne anı defterinin
sayfaları, ne de okuyanların zamanı ve sabrı yeter. Ardından ODTÜ…                                           utku0001
ODTÜ
yurtlarında aynı odaya yerleşebilmek için kayıt sırasında verdiğimiz uğraşlar,
yurda yerleştikten bir süre sonra ikimiz için yapılan çömez şakası… Ardından
dağcılık serüveni… İki yıl temel kampçılık ve kış kampçılığı eğitimlerinden
sonra ben bıraktım dağları, o yoluna devam etti. Kayalar fazla dik geldi bana,
buzlar fazla soğuk, cesaret edemedim. O ise aynı heyecanla devam
etti.
Anıları bir bir düşünmeye çalışınca beynimin çıkış kapısı tıkanıyor
sanki, o kadar çoklar ki… O benim yatılı lisede sınıf arkadaşım; üniversitede
yurt arkadaşım, oda arkadaşım; dağda kamp arkdaşım, çadır arkadaşım;
üniversitenin sonlarında bir süre ev arkadaşım… 11 yıl boyunca beraber
çekildiğimiz onlarca fotoğrafımız var ve birçoğunda Utku’nun üzerinde
o sarı kırmızı polar…

Posted 31 Aralık 2014 by utkukocabiyik

Yorum bırakın